1. Haberler
  2. Vatan
  3. Avrupalı Türkler: Göç, Uyum ve Yabancı Düşmanlığı Arasındaki Kırmızı Hatlar

Avrupalı Türkler: Göç, Uyum ve Yabancı Düşmanlığı Arasındaki Kırmızı Hatlar

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Avrupalı Türkler: Göç, Uyum ve Yabancı Düşmanlığı Arasındaki Kırmızı Hatlar

Kırmızı Hat programında bu hafta, Avrupa’ya göç eden Türklerin yarım asırlık hikayesini masaya yatırıyoruz. 1960’larda iş gücü olarak Avrupa’ya giden Türkler, “Almancı” kimliğiyle hem gurbette hem de öz yurtlarında dışlanmanın sancılarını yaşadı. Kültürel çatışmalar, uyum süreçleri, yükselen yabancı düşmanlığı ve neo-faşist akımlar, Avrupalı Türklerin karşılaştığı en büyük zorluklar arasında. Yeni nesillerin kök salma çabaları, ekonomik krizlerin göçmenlere fatura edilmesi ve İslamofobi gibi konular, Avrupa’daki Türk diasporasının kırmızı hatlarını oluşturuyor. İşte detaylı bir analiz.


Göçün Başlangıcı: Davulla Zurnayla Yola Çıkış

1960’larda Avrupa, savaş sonrası iş gücü açığını kapatmak için Türkiye’den işçiler getirdi. Cem Karaca’nın “Almancılar” şarkısında anlattığı gibi, bu işçiler davulla zurnayla uğurlandı, bandoyla karşılandı. Sattıkları şey iş gücüydü. Avrupa’ya “misafir işçi” olarak giden Türkler, Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa gibi ülkelerde “Almancı” olarak anılmaya başlandı. Ancak bu süreç, hem gurbetin hem de öz yurtlarının onlara “dön geri” demesiyle karmaşık bir hale geldi. Türkiye’ye döndüklerinde ise “Almancı” etiketiyle dışlandılar, ne Avrupa’ya ne de Türkiye’ye tam anlamıyla yaranabildiler.


Kültürel Çatışmalar ve Uyum Sorunları

Avrupalı yaşam tarzı, Türk göçmenler için başlangıçta ters geldi. Kimi toptan reddetmeyi, kimi ise tam benimsememeyi tercih etti. Kılık kıyafetlerinden kullandıkları sözcüklere, bindikleri arabalardan getirdikleri hediyelere kadar bir dizi değişim yaşadılar. Ancak bu değişim, Türkiye’de garipsenmelerine yol açtı. “Buraya geliyoruz yabancı, Türkiye’ye varıyoruz Almancı,” diyerek iki arada bir derede kaldıklarını ifade ettiler. Avrupa’da gettolaşma ve dışlanma, birbirini besleyen bir kısır döngü yarattı. İçlerine kapandıkça dışlandılar, dışlandıkça daha da içlerine kapandılar.


Yeni Nesillerin Kök Salma Çabaları

Zamanla yeni nesiller, uyum sürecinde önemli adımlar attı. Daha iyi eğitim olanaklarıyla Avrupa’da kök salmanın ve iyi bir yaşam kurmanın gerekliliğini anladılar. Kimi ticarete atılarak başarılı oldu, kimi aldığı eğitimi değerlendirip söz sahibi oldu, kimi ise siyasete girerek sesini duyurmaya çalıştı. Bir Türk göçmen, “Ailem destekledi, eğitim aldım, üniversiteyi bitirdim, avukatlık yaptım. Uyum sağlamak budur,” diyerek bu süreci özetledi. Ancak uyum, herkes için farklı bir anlam taşıyor. Kimi için dil öğrenmek, kimi için ise toplumsal sorunlara çözüm bulmak anlamına geliyor.


Yükselen Yabancı Düşmanlığı ve İslamofobi

Son yıllarda Avrupalı Türkler, artan yabancı düşmanlığı ve İslamofobi ile karşı karşıya. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası Batı, İslam’ı terörizmle ilişkilendiren bir saplantıya kapıldı. 1990’larda Solingen faciasıyla kendini gösteren yabancı düşmanlığı, 11 Eylül sonrası korku ve paranoya ikliminde daha da güçlendi. 2008’e gelindiğinde Almanya’dan peş peşe yangın haberleri gelmeye başladı: Ludwigshafen, Gelsenkirchen, Aldingen, Kreuzberg ve Marburg’da nedeni bilinmeyen yangınlar, Türk toplumunu hedef aldı. İslam korkusu, yabancı düşmanlığını körükleyen temel bir unsur haline geldi.


Neo-Faşizm ve Radikal Sağ Akımlar

Avrupa’da neo-faşist akımlar, 1980’lerden itibaren yükselişe geçti. Fransa’da Le Pen, Avusturya’da Jörg Haider, Almanya’da Cumhuriyetçiler ve Belçika’da Vlaams Blok gibi hareketler, ırkçı söylemleriyle dikkat çekti. Bu akımlar, İkinci Dünya Savaşı öncesi nasyonal sosyalist ideolojiyle bağlarını gizleme gereği duymadı. Haider, Nazi istihdam politikalarını örnek göstererek işsizlik sorununu göçmenlere bağladı ve bu söylemi popülist politikalar için kullandı. Berlusconi ve Pim Fortuyn gibi isimler ise daha modern bir radikal sağ damarı temsil etti. Ancak bu hareketler, ekonomik kriz dönemlerinde göçmenleri hedef tahtasına oturttu.


Ekonomik Krizlerin Göçmenlere Faturası

Avrupa’da ekonomik krizler, göçmenlere fatura edilme geleneğine sahip. Almanya’da her 7 yılda bir yaşanan krizlerde Türkler hedef oldu. 1966-67 krizinde Türk işçilerin anlaşmaları feshedildi, 1973-74 krizinde göçmen alımı durduruldu, 1981 krizinde geri dönüş primleri dağıtıldı. 1991-94 krizinde ise Solingen’de 5 Türk kadın yakılarak öldürüldü. 2008’de devam eden küresel daralma, Almanya’nın yaşlanan toplumu ve küçülen sosyal devletiyle birleşti. İşsizlik oranı Türkler arasında %30’lara ulaşırken, Türklerin %43,4’ü yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bir ekonomist, “Almanya %5-6 büyüme sağlarsa yabancı düşmanlığı biter, ama bu kolay olmayacak,” dedi.


Refah Şovenizmi ve Avrupa Kalesi Kaygısı

Avrupa’da “refah şovenizmi” kavramı, yabancı düşmanlığını körükleyen bir diğer unsur. “Avrupa değerlerini tehdit eden genişleme” söylemi, hem radikal sağın hem de ılımlı partilerin söylemlerine sızdı. Türkler, özellikle Müslüman kimlikleriyle bu kaygının hedefi oldu. Almanya’daki Türk toplumunun bir kesimi, modern değerlere uygun bir yaşam sürmezken, Ankara veya İzmir’deki insanlardan daha geri kalmış bir imaj çiziyor. Bu imaj, ayrımcılığı körüklüyor. İşverenlerin dörtte biri ayrımcılık yaptığını kabul ederken, genç Türklerin iş bulması giderek zorlaşıyor.


Gettolaşma ve Kültürel Ayrışma

Avrupalı Türklerin toplu yaşaması, gettolaşma eleştirilerine yol açtı. Türk kıraathaneleri, camiler ve toplumsal faaliyet merkezleri, bir yandan ihtiyaçları karşılasa da diğer yandan ayrışmayı artırıyor. Essen’de bir Türk kıraathanesinde Türk radyoları dinleniyor, Türk televizyonları izleniyor. Camların buzlu olması, “nerede olduklarını unutma” çabasını yansıtıyor. Ancak bu durum, ayrımcılığın bir sonucu. 1980’lerdeki “kalıcı mı, gidici mi” sorgulaması, Türkleri ne tam anlamıyla haklarından mahrum bıraktı ne de eşit muamele gördü. Meslek okullarına yönlendirilen Türk çocukları, “Senin kültürün üniversiteye uygun değil,” gerekçesiyle dışlandı.


Camiler ve Toplumsal Alanlar: Ayrışma mı, İhtiyaç mı?

Avrupa’daki Türk camileri, sadece ibadethane değil, aynı zamanda süpermarket, çay salonu, lokanta ve berber gibi toplumsal faaliyet merkezleri. Bu durum, ayrışmayı artırdığı gerekçesiyle eleştiriliyor. Ancak Avrupalı Türkler için bu alanlar bir ihtiyaç. Lahey’deki Mescid-i Aksa Camii’nin öyküsü, bu ihtiyacı gözler önüne seriyor. Filistin intifadasına destek için camiyi işgal eden Türkler, 40 gün boyunca binayı terk etmedi. Sonunda belediye, binayı satmayı kabul etti. Bu olay, Türklerin toplumsal taleplerini dile getirme çabasını yansıtıyor.


Genç Nesiller ve Irkçılık: Tüyler Ürperten Gerçekler

Almanya’da yapılan bir araştırma, 18 yaş altı gençler arasında ırkçılığın boyutlarını ortaya koydu. Fashion Institute tarafından 61 şehirde 50,000 öğrenciyle yapılan araştırmaya göre, öğrencilerin üçte biri “Ülkede çok fazla yabancı var” görüşüne katılıyor. %7’si ırkçı bir suç işlediğini itiraf etti: Gamalı haç çizmek, yabancı malına zarar vermek veya bir yabancıyı darp etmek. 9. sınıf öğrencilerinin beşte biri ise İslam düşmanı eğilimler gösteriyor. Bu veriler, İslamofobi’nin gelecekte daha büyük bir sorun olabileceğini gösteriyor.


Medyanın Rolü: Kışkırtıcılık mı, Çözüm mü?

Avrupa medyası, İslamofobi’yi körükleyen bir rol oynuyor. Zoraki evlilikler veya içine kapalı yaşam tarzı gibi tekil olaylar, İslam’a yönelik eleştirel bir yaklaşım geliştirmek için fırsat olarak kullanılıyor. Ancak ortalama bir Avrupalı’nın Müslümanlarla bir derdi yok. Korkuları körükleyenler, “20 yıl içinde Avrupa nüfusunun çoğunluğu Müslüman olacak” iddiasından besleniyor. Buna karşın makul çoğunluk, sağ duyusunu korumaya çalışıyor. Medyaya, bu konuda daha sorumlu bir rol üstlenmesi gerektiği çağrısı yapılıyor.


Çözüm Önerileri: Avrupalı Türk Kimliği

Avrupalı Türkler, kendilerini “Türk kökenli Hollandalı” veya “Avrupalı Türkler” olarak tanımlayarak bir çıkış yolu arıyor. “Bizi dışardan gelen yabancılar olarak görmek yerine, kökenleri farklı Avrupalılar olarak görün,” diyorlar. Azınlık statüsü kazanmak, haklarını daha iyi savunmalarını sağlayabilir. Almanya, göç ülkesi olduğunu geç de olsa kabul etti ve ulusal uyum politikaları geliştirmeye başladı. Ancak Türk toplumu da çocuklarını meslek eğitimine ve eğitime teşvik için daha fazla çaba göstermeli. 940,000 Türk öğrenciden %40’ı ilkokulu bile bitiremeden okulu terk ediyor.


Medeniyetler İttifakı ve Sağ Duyu

Farklılıkların bir arada yaşaması için girişimler umut verici. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eş başkanı olduğu Medeniyetler İttifakı projesi, küresel barış için önemli bir adım. Türkiye’nin AB üyeliği, bu projenin başarısını dünyaya gösterebilir. Hollanda Adalet Bakanı Ernst Hirsch Ballin’in “Yabancı kelimesini kullanmayalım” önerisi de olumlu bir yaklaşım. “Hollanda toplumu olarak farklılıkları anlamalıyız. Birlikte yaşamak için ortak bir dil konuşmalıyız,” diyen Ballin, sağ duyunun galip gelebileceğine işaret ediyor.


Sonuç: İçerdeki Kırmızı Hatlar

Avrupalı Türkler, göçmenlikten kalıcı bir kimliğe geçiş sürecinde hem dışlanma hem de ayrımcılıkla mücadele ediyor. Yükselen radikal sağ, İslamofobi ve ekonomik krizler, bu süreci zorlaştırıyor. Ancak yeni nesillerin uyum çabaları ve sağ duyu çağrıları, umutları yeşertiyor. İçerdeki yabancı düşmanlarıyla içerdeki yabancılar arasındaki kırmızı hattı aşmak, yine içerinin elinde.


Anahtar Kelimeler

AvrupalıTürkler, Göçmenlik, YabancıDüşmanlığı, İslamofobi, NeoFaşizm, RadikalSağ, KültürelÇatışmalar, Gettolaşma, UyumSorunları, Medeniyetlerİttifakı

Avrupalı Türkler: Göç, Uyum ve Yabancı Düşmanlığı Arasındaki Kırmızı Hatlar
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin