1. Haberler
  2. Vatan
  3. Dünya Düzeninde Dönüşüm: Berlin Duvarı’ndan 11 Eylül’e ve Asya’nın Yükselişine

Dünya Düzeninde Dönüşüm: Berlin Duvarı’ndan 11 Eylül’e ve Asya’nın Yükselişine

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dünya Düzeninde Dönüşüm: Berlin Duvarı’ndan 11 Eylül’e ve Asya’nın Yükselişine

Kırmızı Hat programında bu hafta, son 40 yılda dünya düzeninde yaşanan büyük dönüşümleri ele alıyoruz. 1961’de Berlin Duvarı’nın inşasından 1989’daki yıkılışına, 2001’deki 11 Eylül saldırılarından 2008 küresel mali krizine kadar uzanan süreçte dünya, iki kutuplu bir yapıdan tek kutuplu bir sisteme, ardından çok kutuplu bir düzene evrildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel liderliği, Rusya’nın yeniden süper güç olma çabaları, Asya’nın yükselişi ve Türkiye’nin bu yeni düzendeki stratejik konumu, dünya siyasetini şekillendiren temel dinamikler oldu. Dönüşümün kırmızı hatlarını detaylı bir şekilde inceliyoruz.


Berlin Duvarı’ndan 11 Eylül’e: 40 Yılın Dönüm Noktaları

1960’lardan 2000’lere uzanan 40 yıl, insan ömrü için uzun bir süre olsa da devletler açısından kısa bir dönemdir. Ancak bu 40 yıl, dünya düzeninde köklü değişimlere sahne oldu. 12 Ağustos 1961’de Sovyetler Birliği, Berlin Duvarı’nı inşa etmeye başladı ve dünya iki kutuplu bir yapıya resmen bölündü. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, Soğuk Savaş’ın sona erdiğini ve kutuplardan birinin ortadan kalktığını simgeledi. 11 Eylül 2001’de ise iki uçak New York’taki İkiz Kuleler’e çarptı; bu saldırı, dünyanın siyasi iklimini bir kez daha değiştirdi. Amerika Birleşik Devletleri, kendi topraklarında yaşadığı bu şokun ardından kendini yeniden tanımlama arayışına girdi. Bu 40 yıl, teknolojinin egemen olduğu, ekonomik güç dengelerinin değiştiği ve yeni bir dünya düzeninin temellerinin atıldığı bir dönem oldu.


Amerika ve Rusya’nın Yeniden Tanımlanma Çabaları

Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla tek kutuplu bir dünyaya geçiş yapan Amerika Birleşik Devletleri, 11 Eylül saldırılarıyla büyük bir şok yaşadı. Dünyanın tek süper gücü olmaya alışan ABD, bu saldırı karşısında önce sarsıldı, ardından yeni bir strateji geliştirdi. Afganistan ve Irak operasyonları, ABD’nin Avrasya’ya yerleşme çabasını hızlandırdı. Öte yandan, dağılan Sovyetler Birliği’nin mirasını devralan Rusya, küllerinden doğmaya çalışan bir anka kuşu gibi yeniden süper güç olma arzusundaydı. Vladimir Putin’in gölgesinde liderliğe gelen Dimitri Medvedev, NATO benzeri bir askeri örgütlenme önererek Rusya’nın bölgesel sorunlarını batı müdahalesi olmadan çözme hedefini ortaya koydu. Hem ABD hem de Rusya, yeni dünya düzeninde pozisyonlarını sağlamlaştırmak için yoğun bir çaba içine girdi.


Asya’nın Yükselişi: Yeni Güç Dengesinin Merkezi

  1. yüzyılın son on yılında, 21. yüzyılın yükselen gücü Asya’da şekillenmeye başladı. Çin, baş döndürücü bir hızla ekonomik bir dev haline gelirken, Hindistan Bollywood ile Hollywood’a rakip oldu ve Silikon Vadisi’ne alternatif bir teknoloji merkezi olarak öne çıktı. Tayvan ve Malezya gibi Asya Kaplanları da büyük bir gelişme gösterdi. Ancak 2008’de Amerika merkezli mali kriz, dünyadaki tüm dengeleri altüst etti. Ekonomik güç dengesi batıdan doğuya kayarken, Asya yeni bir stratejik alan haline geldi. Çin’in son 25 yılda yoksullukla mücadelede kaydettiği ilerleme ve Hindistan’ın ekonomik büyümesi, Asya’yı 21. yüzyılın yıldızı yaptı. Asya’daki kaynaklar, insan gücü ve teknolojik gelişmeler, bölgenin küresel arenada ağırlığını artırmasını sağladı.

Türkiye’nin Stratejik Konumu: Doğu ile Batı Arasında Köprü

Türkiye, dünya düzeninin yeniden şekillendiği bu 40 yılda stratejik konumuyla dikkat çekti. 1960’larda İsmet İnönü’nün “Yeni bir dünya düzeni kurulur ve Türkiye bu düzenin içinde yerini alır” sözleri, Kıbrıs meselesi ve Johnson Mektubu’nun gölgesinde sarf edilmişti. Berlin Duvarı’nın inşasından sadece iki yıl sonra söylenen bu sözler, Türkiye’nin iki kutuplu dünyada kendini yeniden kurgulama çabasını yansıtıyordu. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, kendini her zaman Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak gördü. Demokrasi ve batılılaşma hedefiyle devrimler yapılırken, Türk tarihinin geçmişiyle bağlar korunmaya çalışıldı. Türkiye, bölgesindeki sorunları çözerek varlığını ve geleceğini sağlamlaştırmayı hedefledi.


Sadabat Paktı ve Bölgesel İşbirlikleri

Türkiye, 1937’de İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı’nı kurarak bölgesel bir işbirliği örneği sergiledi. Paktın amacı, üye devletlerin sınır sorunlarını çözmek ve bağımsızlıklarını vurgulamaktı. 1979’daki İran İslam Devrimi’ne kadar yürürlükte kalan bu pakt, Asya ülkeleri arasında önemli bir dayanışma örneğiydi. Aynı dönemde Japonya’nın Çin’i işgal etmesi ve Vietnam Savaşı gibi olaylar, Asya’yı ikiye bölerken, Türkiye’nin bu tür bölgesel girişimleri, kıtadaki istikrar arayışlarına katkı sağladı. Sadabat Paktı, Türkiye’nin Asya’daki tarihsel bağlarını güçlendiren önemli bir adım oldu.


Asya’da Kutuplaşma ve Çatışmalar: Vietnam’dan Hindistan-Pakistan Gerilimine

Asya, 20. yüzyılda siyasi kutuplaşma temelli savaşlara sahne oldu. Vietnam, yıllarca savaş sarmalında kaldı; komünizme karşı mücadele eden ABD, Vietnam’da binlerce askerini kaybetti ve bu savaş bir sendrom haline geldi. Hindistan ve Pakistan ise İngiliz sömürgesinden kurtulmanın sevincini yaşayamadı. Bağımsızlık sonrası sık sık savaşın eşiğine gelen bu iki ülke, nükleer güç sahibi olarak Asya’da soğuk rüzgarlar estirdi. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989, bu çatışmaların gölgesinde dünya düzeninde yeni bir mihenk noktası oldu. Demokrasi söylemi yükselirken, ekonomik güç dengesi batıdan doğuya kaymaya başladı ve Asya’ya olan ilgi arttı.


Batı-Doğu Dengesi: Emek ve Sermaye Yeni Denklemde

Batı, Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi ile demokrasi yolunda ilerlerken, insan hakları ve işçi hakları gibi sosyal kazanımlar elde etti. Ancak bu haklar, iş gücünün maliyetini artırdı. Batı, emek-sermaye denkleminde ucuz iş gücünü yeniden doğuda buldu. Asya, nüfusu, doğal kaynakları ve teknolojik gelişmeleriyle batıya yüksek kazanımlar sundu ve 21. yüzyılın yıldızı oldu. Çin ve Hindistan gibi ülkeler, ekonomik güçlerini siyasi güce dönüştürme yolunda ilerlerken, gelişmekte olan ülkeler batıya karşı daha cesur bir duruş sergilemeye başladı. Türkiye’nin de üyesi olduğu D-8, bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasını hedefleyen önemli bir platform oldu.


Şanghay İşbirliği Örgütü: Asya’da Yükselen Güç

1996’da Şanghay’da kurulan Şanghay Beşlisi, Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımıyla doğdu. Özbekistan’ın da eklenmesiyle Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşen bu yapı, sınır güvenliğinden ekonomik ve askeri işbirliğine uzanan bir yelpazede faaliyet göstermeye başladı. ABD’nin 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak operasyonları, örgütü daha da aktif hale getirdi. Hindistan, Pakistan, Moğolistan ve İran’ın gözlemci statüsüyle katıldığı örgüt, enerji politikaları ve terörizme karşı işbirliğiyle öne çıkıyor. Örgüt, ekonomik olarak Avrupa Birliği’ni, güvenlik açısından NATO’yu örnek alıyor ve “NATO’nun doğu versiyonu” olarak anılıyor. Türkiye’nin örgüte gözlemci statüsünde katılma talebi, Asya’daki bölgesel dengeler açısından önemli bir adım olarak görülüyor.


Bağımsız Devletler Topluluğu ve Rusya’nın Yeni Stratejisi

Eski Sovyet Cumhuriyetleri’ni bir araya getiren Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Asya’da yükselen bir başka güç olarak dikkat çekiyor. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, NATO benzeri bir askeri örgütlenme önererek BDT’nin geleceğini şekillendirmeye çalışıyor. Rusya, bu yolla bölgesel sorunlarını batı müdahalesi olmadan çözmeyi ve Afganistan örneğindeki gibi dış güçlerin etkisini sınırlamayı hedefliyor. Özbekistan’ın ülkesindeki Amerikan üssünü kapatma kararı, Washington’un bölgedeki etkisini zayıflatırken, BDT’nin stratejik önemini artırıyor.


Asya’da Gerilim ve İstikrarsızlık: Afganistan, Pakistan ve Hindistan

Afganistan, istikrarsızlığın istikrarlı olduğu bir ülke olarak tanımlanıyor. ABD ve NATO güçleri, burada istenen başarıyı elde edemedi; bu istikrarsızlık Pakistan’ı da etkiledi. Hindistan-Pakistan gerilimi ise bölgedeki gerginliği besleyen bir başka unsur oldu. Türkiye, bu gerilimlerde diplomasi trafiğiyle etkin bir rol üstleniyor. Hindistan-Pakistan geriliminin savaşın eşiğine geldiği dönemlerde Ankara, arabuluculuk yaparak bölgedeki istikrar arayışlarına katkı sağlıyor. Aynı zamanda Irak ve Orta Doğu politikalarında da aktif bir rol oynayan Türkiye, bölgenin geleceğini şekillendiren önemli bir aktör konumunda.


İran’ın Nükleer Politikası ve Bölgesel Gerilim

İran, ABD ile uzun süredir devam eden gerginlikte nükleer faaliyetleriyle gündemde. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Ahani, nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğunu ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun denetiminde gerçekleştiğini vurguluyor. İran, Kuzey Kore’nin nükleer silah elde etmesine de karşı olduğunu belirtirken, tüm ülkelerin nükleer silahlardan vazgeçmesini savunuyor. Ancak ABD’nin İran’a yönelik tehdit algısı, bölgedeki gerilimi artırıyor. İran, Obama yönetiminin diyalog yanlısı yaklaşımından umutlu olsa da, “Eğer ABD bize saldırırsa, sonucuna katlanır” diyerek sert bir duruş sergiliyor.


Kuzey Kore ve Nükleer Tehdit

Kuzey Kore, son yıllarda geliştirdiği füze teknolojisi ve nükleer silahlarla Asya’da tedirginlik yaratıyor. Şanghay İşbirliği Örgütü, Kuzey Kore’nin nükleer silah sahibi olmasını bir tehdit olarak görse de, bu durumu doğu-batı üstünlüğü olarak nitelendirmiyor. Kazakistan, 1380 nükleer başlığını Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na teslim ederek silahsızlanma yolunda örnek bir adım attı ve diğer ülkeleri de bu yolu izlemeye çağırıyor. Ancak Kuzey Kore’nin nükleer politikası, bölgedeki dengeleri zorlamaya devam ediyor.


Türkiye’nin Asya Politikası: Bölgesel İşbirlikleri ve Diplomasi

Türkiye, Asya’daki gelişmeleri yakından takip ederek bölgedeki ülkelerle yoğun ilişkiler kuruyor. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci statüsünde katılma talebi, Türkiye’nin Asya’ya olan ilgisini gösteriyor. Avrasya bölgesi, enerji kaynakları ve büyük pazar yapısıyla Türkiye için stratejik bir öneme sahip. Türk Cumhuriyetleri ile tarihi bağlarını güçlendiren Türkiye, bölgesel işbirliklerinde aktif bir rol oynuyor. 4. Uluslararası Türk Asya Kongresi’nde, batıdan doğuya kayan güç dengeleri ve Asya’daki bölgesel entegrasyon ele alındı. Türkiye, bu süreçte hem Asya hem de Avrupa ile dengeli bir politika izleyerek çok boyutlu bir dış politika hedefliyor.


Sonuç: Yeni Dünya Düzeninde Türkiye’nin Rolü

Son 40 yılda dünya, Berlin Duvarı’nın inşasından yıkılışına, 11 Eylül’den Asya’nın yükselişine kadar büyük bir dönüşüm yaşadı. Amerika ve Rusya’nın yeniden tanımlanma çabaları, Asya’nın ekonomik ve siyasi güç olarak öne çıkışı, dünya düzenini çok kutuplu bir yapıya taşıdı. Türkiye, bu yeni düzende stratejik konumuyla önemli bir köprü görevi görüyor. Asya’ya olan ilgisini artıran Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlarda yer alarak bölgesel dengelerde etkin bir rol üstleniyor. Ancak bu süreçte önceliklerini doğru sıralaması, Türkiye’nin hem Asya’da hem de Avrupa’da güçlü bir aktör olmasını sağlayacak.


Anahtar Kelimeler

BerlinDuvarı, 11EylülSaldırıları, AsyaYükselişi, Şanghayİşbirliği, TürkiyeKonumu, AmerikaRusya, SadabatPaktı, HindistanPakistan, NükleerGerilim, ÇokKutupluDüzen

Dünya Düzeninde Dönüşüm: Berlin Duvarı’ndan 11 Eylül’e ve Asya’nın Yükselişine
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin