1. Haberler
  2. Vatan
  3. Lübnan’da Kaybedenlerin Öyküsü

Lübnan’da Kaybedenlerin Öyküsü

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Lübnan’da Kaybedenlerin Öyküsü

Kırmızı Hat programında, Lübnan’daki son savaşın ardından ortaya çıkan yıkım ve insan hikayeleri ele alınıyor. Lübnan’a asker gönderme takviminin netleştiği bu günlerde, bölgedeki krizin kaybedenlerini mercek altına alıyoruz. Orta Doğu’daki çatışmaların galipleri ve mağlup devletleri bir kenara bırakarak, savaşın gerçek kaybedenlerini, yani sivilleri ve onların dramlarını detaylı bir şekilde ekranlara taşıyoruz. Beyrut’un güneyinden sınır bölgelerine, yıkıntılar arasında kalan hayat hikayelerinden çocukların öfkeli geleceğine kadar Lübnan’ın savaş sonrası tablosunu tüm yönleriyle inceliyoruz.


Lübnan’da Savaşın Ardından: Kaybedenler Kimler?

Lübnan’daki son savaşın ardından, Orta Doğu’da bir sıcak çatışma ortamı daha sona erdi, ya da en azından böyle olması umuluyor. Ancak ateşkesin ne kadar kalıcı olduğu tartışmalı. Kırmızı Hat, bu programda devletlerin ve örgütlerin zafer iddialarını bir kenara bırakarak savaşın asıl kaybedenlerini, yani sivilleri ve onların hikayelerini mercek altına alıyor. İstatistiklerde sadece “şu kadar ölü, şu kadar yaralı” olarak görülen bu insanlar, aslında yıkımın en ağır yükünü taşıyanlar. Onların öyküleri, savaşın soğuk rakamlarının ötesinde, hayatları boyunca unutamayacakları acılarla dolu.


Beyrut’un İki Yüzü: Parıltıdan Yıkıma

Başkent Beyrut, iki kutuplu bir şehir. Kuzeyde, zengin mahallelerde parıltılı bir yaşam sürüyor; lüks arabalar, eğlence mekanları ve savaşın izlerinden uzak bir atmosfer hakim. Ancak birkaç gün önce büyük bir yıkımın yaşandığına kim inanabilir? Güneye indikçe manzara değişiyor. Önce iç savaşın izleri, ardından son savaşın yıkıntıları karşılıyor sizi. Tozlu, yıkık sokaklarda lüks arabaların yerini iş makineleri ve kamyonlar alıyor. Batılı melodiler, doğunun cihad ezgilerine dönüşüyor. Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesi, Hizbullah’ın kalesi olarak biliniyor ve deprem sonrası Sakarya’yı andıran bir yıkım manzarası sunuyor.


Dahiye’de Yıkıntılar Arasında: Kişisel Eşyalar ve Anılar

Dahiye’de yıkıntılar arasında dolaşırken, kişisel eşyalar dikkat çekiyor: bir matematik defteri, kitaplar, ayakkabılar… Bir zamanlar bir lise ya da üniversite öğrencisine ait olan bu eşyalar, şimdi enkazın altında. Pek çok kişinin anıları, emekleri burada yatıyor. Hizbullah’ın sosyal örgütü, yıkımdan etkilenenlere kişi başına 2.000 ila 5.000 dolar arasında yardım yapıyor, ancak bu maddi destek, manevi kayıpları karşılamaktan çok uzak. Ali Hamedi, evini ve marketini tamir ettiriyor. Savaşın ikinci günü kaçmış, bir ay boyunca iki arabada yaşamış. Üst kat komşusu Rose Karzumi ise akrabalarının yanında kalıyor ve su-elektrik bağlantısının ne zaman geleceğini soruyor.


Yeni İsrail Tepeleri: Enkaz Depolama Alanı

Beyrut’un birkaç kilometre ötesinde, “Yeni İsrail Tepeleri” olarak adlandırılan bölgede enkaz depolama alanı bulunuyor. Yıkılmış binaların parçaları burada ayrıştırılıyor ve bir hurda demir sektörü ortaya çıkmış. Kaynak ustası Ebu Muhammed İsmail, burada günlük 50 dolar kazanıyor; bu, eski kazancının iki katı. Ancak “Keşke bunlar yaşanmasaydı da daha az kazansaydım” diyor. Enkazlar arasında çıkan kişisel eşyalar (resimler, kitaplar) bir süre saklandıktan sonra yakılıyor; çünkü bu kadar anıyı saklamak imkansız hale gelmiş.


Yıkılan Köprüler ve Barış Gücü Askerleri

Beyrut’u Güney Lübnan’a bağlayan Damur yolu üzerinde sağlam tek bir köprü kalmamış. İsrail tarafından vurulan köprülerden birinin içinde, 6 Lübnanlı (dördü çocuk) hayatını kaybetmiş. Birleşmiş Milletler barış gücü askerleri, bu yol üzerindeki hasarı geçici prefabrik köprülerle gidermeye çalışıyor. Fransız ordusu tarafından yapılan çok sayıda köprü, ulaşımı yeniden sağlamayı amaçlıyor. Barış gücü askerleri, halkla sıcak ilişkiler kurmuş ve ciddi bir tehdit hissetmiyor. Ancak şoför İbrahim’in anlattığı bir olay, savaşın dehşetini gözler önüne seriyor: Bir köprüyü geçtikten saniyeler sonra İsrail uçağı köprüyü vurmuş, İbrahim ve gazeteci ekibi son anda kurtulmuş.


Güney Lübnan’da Ezan Sesleri ve Direniş

Güney Lübnan’da bir ayakkabıcı dükkanında çekim yaparken ezan sesi duyuluyor. Yıkıntılar arasında bir camiye ulaşıyoruz. Caminin imamı, Suudi Arabistan’da çalıştıktan sonra birikimleriyle bu camiyi yaptırmış. Ancak cami savaşta yıkılmış. İmam, “Burası benim her şeyimdi, tüm birikimlerimdi” diyerek kırılmış Zülfikar heykelini gösteriyor ve “Ali’nin kılıcı bu, kimse kıramaz” diyor. Yeni bir cami yaptırmak için arsalarını satacağını, yıkılan camiyi ise ibret olsun diye bu haliyle bırakacağını belirtiyor. Her gün ezan okuyarak direnişini haykırmaya devam ediyor: “Bu topraklarda ezanı asla susturamayacaklar.”


Kana Saldırısı: Katliamın Sembolü

Kana, savaşın sembolü haline gelen bir bölge. Hazreti İsa’nın ilk mucizesini burada gerçekleştirdiğine inanılıyor; suyu şaraba çevirdiği yer olarak kutsal sayılıyor. Ancak 2000 yıl sonra bu topraklarda kan akıyor. Ahmet Haşim, Kana saldırısında 3 çocuğu, eşi, babası, abisinin karısı ve çocukları dahil neredeyse tüm ailesini kaybetmiş. “Canavar onlarda, kana susamışlar” diyor. Saldırı sırasında evde sadece kadınlar ve çocuklar vardı, askerler arazideydi. Gün boyunca tek bir kurşun atılmamasına rağmen İsrail uçakları bölgeyi bombaladı. Kana’da 27 kişi öldü, ancak mezarlıkta 29 mezar var; ikisi boş. Bu boş mezarlar, saldırının gizli kodunu taşıyor: Vurulan evler, iki üst düzey Hizbullah komutanına aitti, ancak onlar evde değildi. Ölenler ise aileleri oldu.


Hizbullah Şehitlerinin Yakınları: Acı ve Nefret

Hizbullah şehitlerinin yakınlarıyla konuşmak zor. Hasan Nasrallah’ın emriyle kimse kameralara konuşmuyor. Ancak 1987’de öldürülen Hizbullah’ın ilk şehitlerinden İbrahim Hüseyin’in babası Ali Hüseyin ile görüşebiliyoruz. Ali, oğlunun kaybını 19 yıldır unutamamış: “Hangi baba oğlunu özlemez? Her gün dua ediyorum, ağlamadığım gün yok.” Hizbullah’ın şehit yakını maaşını reddetmiş, “Kendime yetecek kadarım, bu parayı ihtiyacı olanlara verin” demiş. Arap devletlerine kızgın; “Şiiler Sünni diye bakıyorlar, ama sıra onlara geldiğinde yardıma koşacak bir Hizbullah bulamayacaklar” diyor. Türkiye’ye ise olumlu bakıyor: “Savaş sırasında protestolarınızı izledik, keşke o zaman gelseydiniz.”


Lübnan-İsrail Sınırı: Gergin Bir Sakinlik

Lübnan-İsrail sınırı, Lübnanlıların deyimiyle Lübnan-Filistin sınırı, oldukça sakin görünüyor. İsrail tarafında elektrikli teller, kumlu alanlar ve mayınlı bölgeler var. Lübnan tarafında ise Birleşmiş Milletler’in Hintli askerleri görev yapıyor. Hintli askerler, Keşmir’den sınır gerginliklerine alışık olduklarını söylüyor: “Burada huzur ve güvenlik için bulunuyoruz, halk bunu biliyor.” Sınırda Bahreyn’den bir heyet, okullara yardım projelerini koordine ediyor. Sınırdaki bir evin balkonunda oturan Abu Hüseyin, İsrail devriyelerine rağmen çayını yudumlayarak direniyor: “Silahları bana doğrultulmuş geçiyorlar, ama istifimi bozmuyorum.”


Sınırdaki Hastane: Doktor Muhammed Şuman’ın Mücadelesi

Sınır bölgesinde Hizbullah tarafından yönetilen bir hastanede Dr. Muhammed Şuman ile konuşuyoruz. Savaş boyunca hastanede yaşamış: “İlk kesintisiz uykumu savaş bittikten sonra uyudum, tam 14 saat.” Hastane, İsrail’in kara operasyonları sırasında hedef olmuş. Ameliyat sırasında camlar kırılmış, tozlar içeri dolmuş, çatışma sesleri arasında çalışmışlar. Malzeme kıtlığı nedeniyle Kızılay ve Kızılhaç ekipleri bölgeye ulaşamamış. Halk, yaralıları sırtında taşımış, bu da küçük yaralanmaların büyük sorunlara dönüşmesine neden olmuş. Dr. Şuman, toplumu ayakta tutan iki şeyin zafer duygusu ve yeniden inşa hırsı olduğunu söylüyor.


Yıkıntılar Arasında Anılar: Ali Muhsin’in Hikayesi

Beyrut’ta bir sokakta, yıkıntılar arasında Ali Muhsin ile karşılaşıyoruz. Savaş sırasında evinde ailesiyle birlikteyken bir anda bombalanmışlar. Panikle yeğenini kucağına alıp dışarı koşmuş, keskin bir koku ciğerlerini yakmış. Üzerlerinde uçaklar dolaşırken bir kenara sinmişler. “Bir yandan çok üzgünüm, bir yandan mutluyum çünkü hâlâ nefes alıyorum” diyor. Ancak odasına asılı resimleri görünce kötü oluyor: “Bu insanların her biriyle bir anım var.” Türkiye’den bahsedince 2002 Dünya Kupası maçlarını hatırlıyor: “Sizinle gurur duymuştuk, Rüştü’ye selam söyleyin.”


Çocukların Öfkesi: Geleceğin Orta Doğu’su

Lübnan’da savaş, çocukları derinden etkiliyor. Dahiye’de Hüseyin Ferhat, babasının dükkanında inşaata yardım ediyor. “Yorulmuyorum, çalışmayı seviyorum” diyor, ancak bir çocuktan çok bir militan gibi konuşuyor: “Savaş kötü bir şey ama biz cihad ediyoruz, bu Kur’an’ın emri.” Hizbullah’a katılmayı bekliyor ve “İsrailliler yaptıklarının hesabını verecek” diyor. Bir internet kafede çocuklar savaş ve strateji oyunları oynuyor, ilginçtir ki çoğu Amerika veya İngiltere’yi seçiyor: “En güçlü onlar, başkası olursan kazanma şansın yok.” Meryem Allali ise çocuklarını Hizbullah’a layık Müslümanlar olarak yetiştirmek istiyor: “Bu görüntüleri unutmasınlar diye yıkıntılar arasında gezdiriyorum.”


Sonuç: Orta Doğu’nun Geleceği ve Umut

Lübnan’daki savaş, yıkıntılar arasında yeni bir neslin öfkesiyle büyüyor. Çocukların beyinlerine kazınan nefret, Orta Doğu’nun geleceğini şekillendirecek gibi görünüyor. Lübnan’da müzik aleti çalan bir trompetçi, “Müzik hayatı yansıtmalı. Eğer bir müzik aletinden helikopter ve bomba sesleri çıkıyorsa, bilin ki ona hayat veren eller Orta Doğu’dandır” diyor. Bu insanlar, kendi gelecekleriyle birlikte bölgenin geleceğini de belirleyecek. Ancak bu tablo, Orta Doğu’nun geleceği için umutlu olmayı zorlaştırıyor.


Anahtar Kelimeler

LübnanSavaşı, KırmızıHat, BeyrutYıkımı, Hizbullah, KanaSaldırısı, OrtaDoğuKrizi, SivilDramlar, BarışGücü, ÇocuklarınÖfkesi, DahiyeBölgesi

Lübnan’da Kaybedenlerin Öyküsü
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin