Lübnan’ın Kırmızı Hatları: Tarih, Çatışma ve Barış Arayışı
Kırmızı Hat programında, Lübnan’ın tarih boyunca yaşadığı çatışmalar, mezhepsel ve etnik çeşitliliğin getirdiği güç paylaşımı sorunları ve bu karmaşanın ortasında bir barış arayışı detaylı bir şekilde ele alınıyor. Lübnan, bayrağındaki kırmızı şeritlerle bağımsızlık savaşlarında dökülen kanı, beyaz renk ile dağlardaki karları ve sedir ağacı ile sonsuzluğu simgeliyor. Ancak Orta Doğu’nun bu küçük ülkesinde, sükunete olan özlem bir türlü gerçeğe dönüşemedi. Bir dönem “Orta Doğu’nun Paris’i” olarak anılan Beyrut, son yıllarda şiddetin ve kanlı çatışmaların merkezi haline geldi. İsrail, Suriye ve diğer büyük güçlerin kıskacında kalan Lübnan, iç savaşlar, siyasi suikastler ve mezhepsel çatışmalarla sarsılmaya devam ediyor. Bu makalede, Lübnan’ın tarihsel geçmişinden günümüze uzanan krizlerini, güç paylaşımı sorunlarını ve Türkiye’nin bölgedeki barış çabalarını derinlemesine inceliyoruz.
Lübnan Bayrağının Sembolizmi: Acılar ve Hayaller
Lübnan bayrağı, ülkenin tarihini ve hayallerini yansıtan güçlü semboller taşır. Kırmızı şeritler, bağımsızlık savaşlarında ölenlerin kanını; beyaz renk, dağlardaki karları; sedir ağacı ise sonsuzluğu simgeler. Ancak bu semboller, Lübnan’ın yaşadığı acı dolu gerçeklerle tezat oluşturuyor. Bağımsızlık mücadelesinin ardından bayrağına barış ve ebediyet hayallerini işleyen Lübnan, Orta Doğu’nun kavga dolu coğrafyasında bu hayalleri gerçekleştiremedi. Sedir ağaçları iç savaşlarda yanarken, beyaz renk barutla kirlendi ve kırmızı şeritler, bitmeyen bir kan nehrini temsil etmeye başladı.
Lübnan’ın Çalkantılı Tarihi: Antik Çağlardan Osmanlı’ya
Lübnan toprakları, milattan önce 3000’li yıllardan itibaren birçok medeniyete ev sahipliği yaptı. Fenike, Mısır, Babil, Pers ve Büyük İskender’in orduları bu topraklarda egemenlik kurdu. Roma İmparatorluğu’nun izleri, kuzeydeki Türkmen köylerinde bir müze evde hâlâ görülebiliyor; örneğin, Roma’ya ait bir “Sel Ras” heykeli, bölgenin kültürel çeşitliliğini gözler önüne seriyor. Bizans hakimiyetinin ardından İslam orduları Beyrut’tan geçti. Beyrut, Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’e giden yol üzerinde stratejik bir nokta olarak Haçlı egemenliğine girdi. 12. yüzyılda, Bizans Ortodoks Kilisesi’nin baskısından kaçan Maruniler, Beka Vadisi’nin sert yamaçlarına sığındı. Haçlılarla ittifak yapan Maruniler, Fransızların etkisiyle Roma Kilisesi’ne bağlandı. 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Lübnan’ı ele geçirmesiyle bölge, Osmanlı yönetiminde 400 yıllık bir huzur dönemine girdi. Osmanlı, bölgenin dinsel ve mezhepsel çeşitliliğini dikkate alarak adil bir yönetim sistemi kurdu ve idareyi Dürzi emirlere bıraktı.
Osmanlı’dan Bağımsızlığa: Mezhepsel Çatışmaların Tohumları
Osmanlı döneminde Lübnan, dinsel ve mezhepsel çeşitliliğe rağmen huzur içinde yaşadı. Ancak 19. yüzyılda Batılı güçlerin müdahalesi, bu dengeyi bozdu. Maruniler, İpek Yolu ticaretini ellerinde tutarak zenginleşti ve Fransa ile yakın ilişkiler kurdu. 1831’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Lübnan’ı ele geçirmesi, Marunilerin güçlerini pekiştirdi. Aynı dönemde Osmanlı, Balkanlar ve Kafkasya’da sorunlarla boğuşuyordu; Rus tehdidi ve Balkanlardaki bağımsızlık hareketleri, Osmanlı’yı zayıflatmıştı. Batılı güçler, mezhepsel ayrılıkları körükleyerek Osmanlı’yı parçalama planlarını Orta Doğu’da hayata geçirdi. Fransızlar Marunileri, İngilizler ise Dürzileri destekledi. 1841-1845 yıllarında Dürzilerle Maruniler arasında iç savaşlar yaşandı. Çatışmaların ardından çifte kaymakamlık sistemi getirildi; kuzeyde Maruniler, güneyde Dürziler yönetimi ele aldı. Ancak bu sistem bile çatışmaları durduramadı. 1860’taki kanlı çatışmaların ardından Fransız birlikleri Lübnan’a girdi ve Lübnan Dağ Protokolü ile bir mutasarrıflık kuruldu. Bu sistem, bugünkü Lübnan devlet yapısının temelini oluşturdu.
Fransız Mandası ve Cumhuriyetin İlanı: Yeni Çatışmalar
- Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’yu satranç tahtasına çevirdi. İngilizlerin Araplarla işbirliği yaparak Filistin’e kadar ilerlemesi, Fransa’yı harekete geçirdi. 1920’de Suriye ve Lübnan’ı kapsayan Biladi Şam bölgesinde Fransız mandası kuruldu. 1926’da Lübnan’da Cumhuriyet ilan edildi ve mezhepsel temsiliyet esasına dayalı bir anayasa kabul edildi. Ancak bu teori, pratikte uygulanamadı. 1932’deki nüfus sayımına göre en kalabalık grup olan Marunilere devlet başkanlığı hakkı verildi. Sünniler ve Rum Ortodokslar bu duruma karşı çıktı ve Suriye’ye bağlanma fikri ortaya atıldı. 1943’te bağımsızlık ilan edildi ve Maruni Cumhurbaşkanı ile Sünni Başbakan arasında Milli Misak Anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Hristiyanlar Fransa himayesi aramayacak, Müslümanlar ise Lübnan’ın bağımsızlığını tanıyacaktı.
Bağımsızlığın İlk Yılları: Filistinli Mülteciler ve Denge Bozulması
Lübnan, 1943’te bağımsızlığını kazandığında bayrağını yeniledi. Osmanlı döneminde beyaz zemin üzerine sedir ağacı olan bayrak, Fransızlar döneminde Fransız bayrağına dönüştürülmüştü. Yeni bayrakta kırmızı şeritler, beyaz zemin ve sedir ağacı yer aldı. Ancak bağımsızlık, barış getirmedi. 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Filistinli mültecilerin Lübnan’a akın etmesi, ülkedeki mezhepsel dengeyi bozdu. Maruniler lehine olan denge, Filistinlilerin gelişiyle sarsıldı. 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulması, Lübnan’ı Filistinlilerin eğitim ve barınma merkezi haline getirdi. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Gazze ve Batı Şeria’nın işgali ve 1970’te Filistinli gerillaların Ürdün’den çıkarılması, Lübnan’ı İsrail’e karşı mücadelenin karargahı yaptı. Ancak Hristiyanlar, özellikle Falangistler, Filistinlilere karşı sert bir tutum sergiledi. 1969 Kahire Anlaşması ile Filistinlilerin varlığı resmen tanındı, ancak bu durum Falangistlerin silahlanmasına yol açtı.
İç Savaşın Patlak Vermesi: 1975’ten 1990’a Kanlı Yıllar
1975’te Filistinlilerin bulunduğu bir otobüse Maruni Hristiyanların saldırması, iç savaşı tetikledi. Müslümanlar ve Filistinliler karşı tepki gösterse de, Filistinliler İsrail’e yönelik mücadelelerine zarar vermemek için suskun kaldı. FKÖ ve Müslüman ittifakı ülkenin büyük bir kısmında kontrolü ele geçirince, Hristiyanlar ve Suriye endişelendi. Cumhurbaşkanı Franjiye’nin çağrısıyla Suriye, 1976’da Hristiyanların safında iç savaşa dahil oldu. 1982’de İsrail, Ebu Nidal Örgütü’nün Londra Büyükelçisi’ne suikast girişimini bahane ederek Lübnan’ı işgal etti. İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü hedef aldı ve Beyrut’a kadar ilerledi. FKÖ’nün çekilmesinin ardından Sabra ve Şatila kamplarında 2 bine yakın Filistinli mülteci katledildi. Katliamın ardından ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan çok uluslu bir güç Lübnan’a konuşlandı, ancak 1983’te Hizbullah’ın Amerikan üssüne düzenlediği saldırıda 241 Amerikan askeri öldü. Çok uluslu güç 1984’te çekildi ve iç savaş, herkesin herkesle savaştığı bir kaosa dönüştü.
1980’ler ve 1990’lar: Parçalanma ve Tayyip Anlaşması
1980’lerde Lübnan, kimin kiminle savaştığının belli olmadığı bir kaos içindeydi. Güneyde Filistinliler ve İsrail, kuzeyde Müslüman cemaatler, doğu Beyrut’ta Hristiyanlar, güneyde Şii Emel Örgütü ve FKÖ milisleri çatışıyordu. 1987’de Başbakan Raşit Karami’nin öldürülmesinin ardından Cumhurbaşkanı Emin Cemayel, devlet geleneğini bozarak Maruni Michel Aoun’u başbakan olarak atadı. Bu karar, Doğu Beyrut’ta Hristiyan, Batı Beyrut’ta Müslüman bir başbakanın öncülüğünde iki ayrı hükümetin kurulmasına yol açtı. 1989’da Suudi Arabistan’da imzalanan Tayyip Anlaşması, iç savaşı sona erdirmeyi hedefledi. Anlaşma, milis güçlerin silah bırakmasını ve Suriye’nin 1990’ların ilk yarısında Lübnan’ı terk etmesini öngörüyordu. 1990’da Suriye destekli bir operasyonla Michel Aoun Paris’e kaçtı ve iç savaş resmen sona erdi.
Hizbullah’ın Yükselişi ve Suriye’nin Rolü
1982’de kurulan Hizbullah, İsrail’e karşı mücadelenin bayraktarlığını üstlendi. 1983’te FKÖ lideri Arafat ve taraftarlarının Tunus, Cezayir ve Güney Yemen’e gitmesiyle Filistin direnişi Lübnan’ı terk etti ve meydan Hizbullah’a kaldı. 1998’de Suriye yanlısı Emin Lahud’un devlet başkanı seçilmesi, Lübnan’ı Suriye eksenine kaydırdı. Ancak 2005’te eski Başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesi, Suriye’ye yönelik tepkileri artırdı ve uluslararası baskıyla Suriye birlikleri Lübnan’dan çekildi. Hizbullah, bu dönemde halkın sempatisini kazanarak güçlendi. 2005 seçimlerinde elde ettiği başarı, Hizbullah’ı siyasi bir aktör haline getirdi ve İsrail’i tedirgin etti.
2006 İsrail-Hizbullah Savaşı: Yıkım ve Sonrası
2006’da Hizbullah’ın iki İsrail askerini kaçırması, İsrail’in Lübnan’a yönelik harekatını başlattı. Başlangıçta havadan bombardımanlarla ilerleyen İsrail, Kana kasabası gibi yerleşim yerlerinde sivil kayıplara yol açtı. Kara birliklerini devreye sokan İsrail, beklenen başarıyı elde edemedi. İsrail ordusu, tanklarının etkisizliği ve askerlerin hazırlıksızlığı nedeniyle eleştirildi. ABD’nin baskısıyla İsrail çekildi, ancak savaşın izleri silinmedi. İsrail’in kullandığı misket bombaları, ateşkesin ardından da patlamaya devam etti. Lübnan’ın güneyindeki Tibnin kasabasında bir hastaneyi ziyaret ettiğimizde, savaşın izleri hâlâ capcanlıydı: kırık camlar, mermi izleri ve çatıda misket bombası parçaları. Birleşmiş Milletler Mayın Temizleme Koordinasyon Merkezi’ne göre, bu bombalar 2006’dan bu yana 300 kişinin canını aldı.
Devlet Başkanlığı Krizi: Güç Paylaşımı Sorunları
Lübnan’da güç paylaşımı, 17 farklı etnik ve dinsel grubun varlığı nedeniyle her zaman sorunlu oldu. Anayasaya göre devlet başkanı Maruni Hristiyan, başbakan Sünni Müslüman, meclis başkanı ise Şii Müslüman olmalıdır. Ancak bu sistem, sık sık krizlere yol açtı. 2007’de Devlet Başkanı Emil Lahud’un görev süresi dolduğunda, yerine vekil olarak Genelkurmay Başkanı Nişan Süleyman’ı ataması, anayasaya aykırıydı. 2008’de Hizbullah’ın kendine ait bir telefon şebekesi kurması, “devlet içinde devlet” endişelerine yol açtı. Hizbullah yanlıları sokaklara döküldü, yollar ve Refik Hariri Havalimanı kapatıldı. Ancak Timur Göksel’in öngördüğü gibi, liderler sağduyuyla hareket etti ve yeni bir iç savaşın önüne geçildi.
Türkiye’nin Barış Çabaları ve İnsani Yardımları
Türkiye, Lübnan’daki siyasi krizin çözümünde önemli bir rol oynadı. Bölgedeki istikrar, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından kritik bir öneme sahip. 2006 İsrail-Hizbullah Savaşı’nın ardından Türk askerleri, Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Lübnan’a gönderildi. Türkiye, tüm gruplara eşit mesafede durarak krizin çözümüne katkıda bulundu. Kızılay ise savaşın ardından insani yardım faaliyetlerine hız verdi. İsrail sınırına 18 km mesafedeki Nebatiye ilçesinde 40 okul inşa eden Kızılay, 6000 çocuğun geleceğe umutla bakmasını sağladı. Bu okullar, 40 yıl ömürlü ve iklime uygun malzemelerle yapıldı. Ayrıca oyun parkları ve sağlık ocakları da planlandı.
Lübnan’ın Geleceği: Belirsizlik ve Kısır Döngü
Lübnan, mezhepsel çıkar çatışmaları, dış müdahaleler ve siyasi suikastlerle bir kısır döngü içinde. Hizbullah’ın güçlenmesi, İsrail’in tatbikatları ve Suriye’nin etkisi, ülkedeki gerilimi artırıyor. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün varlığı, İsrail’in saldırılarını engellese de, bu güçlerin çekilmesi durumunda Lübnan yeni bir kaosa sürüklenebilir. Lübnan, Orta Doğu’nun kırmızı hatlarından birinde, barışa giden yolu aramaya devam ediyor.
Anahtar Kelimeler
LübnanTarihi, MezhepÇatışmaları, HizbullahYükselişi, İsrailSavaşı, TayyipAnlaşması, MaruniHristiyanlar, FilistinMülteciler, OsmanlıYönetimi, KızılayYardımları, GüçPaylaşımı