1. Haberler
  2. Vatan
  3. Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Yarım Asırlık Bir Maratonun Kırmızı Hatları

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Yarım Asırlık Bir Maratonun Kırmızı Hatları

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Yarım Asırlık Bir Maratonun Kırmızı Hatları

Kırmızı Hat programında bu hafta, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile 47 yıldır süren inişli çıkışlı ilişkileri masaya yatırılıyor. 2006 Aralık Zirvesi’nin yankıları, tüm 2007 yılı boyunca konuşulacak gibi görünüyor. Her ne kadar zirve sonuç bildirgesinde Türkiye’den bir cümleyle bahsedilmiş olsa da, bu zirve Türkiye açısından bir “Türkiye Zirvesi” olarak tarihe geçti. Avrupa, özellikle Kıbrıs bağlamında Türkiye ile ilgili ciddi kararlarını ilerleyen yıllara erteledi ve Türkiye’yi bir kez daha “bekleme odasında” tutma kararı aldı. Ancak Türkiye, yoluna devam etme kararlılığında. Bu makalede, Türkiye-AB ilişkilerinin tarihsel sürecini, kırılma noktalarını, Kıbrıs sorununun etkilerini ve geleceğe dair olasılıkları detaylı bir şekilde ele alıyoruz.


Türkiye’nin Avrupa Yolculuğu: Yarım Asırlık Bir Serüven

Türkiye, yüzünü Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana Batı’ya dönmüş, Avrupa’nın kimliğini tanımlayan eşsiz bir ülke. 47 yıl önce, 1959’da Avrupa Birliği’ne (o dönemde Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyelik başvurusuyla başlayan bu süreç, inişli çıkışlı ve sancılı bir yolculuk oldu. Altı ülkeyle ekonomik birliktelik için yola çıkan AB, bugün 25 üyeli bir yapıya ulaştı. Ancak temel mantık değişmedi: Bir yanda ilişkileri kendi çıkarlarına zarar vermeyecek düzeyde tutmaya çalışan bir Avrupa, diğer yanda Osmanlı’nın son dönemlerinden beri modernleşme çabalarını Avrupalılaşmadan ayırmamış bir Türkiye. AB, küresel bir aktör olabilmek için Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu bilse de, yıllardır bünyesine alıyormuş gibi davranıyor. Türkiye ise değişim hızıyla Avrupa’yı şaşırtırken, AB’nin siyasi karmaşalarına ve komplekslerine takılıp kalıyor.


Tarihsel Süreç: İlk Adımlar ve Kırılma Noktaları

Türkiye’nin AB yolculuğu, 1949’da Avrupa Konseyi’ne kurucu üye olarak katılmasıyla başladı. 1959’daki üyelik başvurusunun ardından 1963’te Ankara Antlaşması imzalandı ve 1973’te başlayan, 22 yıl içinde tamamlanması hedeflenen Gümrük Birliği süreci başlatıldı. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, “Bu Avrupa Ekonomik Topluluğu bizim için iyi midir? İstediğimiz zaman çıkabilir miyiz?” sorularına olumlu yanıt aldıktan sonra antlaşmayı imzaladı. Ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, ilişkilerde ilk kırılma noktası oldu. Türkiye, Yunanistan’ın AB’ye üyelik başvurusunun ardından dengeyi koruma fırsatını kaçırdı. 1978’de Ecevit hükümeti, “Onlar ortak, biz pazar” sloganıyla AB’ye başvurmayı reddetti ve Yunanistan 1981’de birliğe üye oldu. 1980’deki 12 Eylül Askeri Darbesi, ilişkileri dondurdu; AB, özgür seçimler yapılana kadar Türkiye ile bağları askıya aldı.


1980’ler ve 1990’lar: Soğuk Savaş ve Yeni Dinamikler

1980’lerde Turgut Özal dönemiyle ekonomik canlanma ve özgür seçimler, ilişkileri buzdolabından çıkardı. Türkiye, 1987’de ikinci kez tam üyelik başvurusu yaptı ancak 1989’da AB’den red yanıtı aldı. AB, “İnsan hakları, demokrasi ve ekonomi alanında yapmanız gereken çok şey var,” gerekçesiyle kapıları kapatmadı ama ilişkileri minimum düzeyde tuttu. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle AB, Sovyet egemenliğinden çıkan ülkelere kapılarını açtı. Ancak Yunanistan’ın veto tehdidi, Kıbrıs Rum Kesimi’nin 1990’da yaptığı üyelik başvurusuna 1993’te yeşil ışık yakılmasına neden oldu. 1994 Korfu Zirvesi’nde Atina, Rumlara üyelik yolu açılmazsa Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girişini veto edeceğini açıkladı ve istediğini aldı. Türkiye, 1995’te Gümrük Birliği’ne katıldı ancak bu süreç, tam üyelikten çok siyasi bir hedef olarak algılandı.


Lüksemburg Zirvesi: Büyük Hayal Kırıklığı

1997’deki Lüksemburg Zirvesi, Türkiye-AB ilişkilerinde bir fay hattı oldu. 11 ülke aday ilan edilirken, Kıbrıs Rum Kesimi de listeye eklendi; Türkiye ise dışlandı. Türkiye, Mısır, Cezayir ve Ürdün gibi ülkelerle aynı kategoride “ticari partner” olarak sınıflandırıldı. Bu dışlanma, Ankara’da ağır bir hayal kırıklığı ve hakkı yenmişlik duygusu yarattı. Türkiye, AB ile siyasi diyaloğunu askıya aldı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile ilişkilerini derinleştirdi. AB’ye, “Rumlarla müzakerelere başlarsanız, adanın kuzeyiyle kısmi bütünleşme sürecini başlatırız,” mesajı verildi. Ancak bir yıl sonra Rumlarla tam üyelik müzakereleri başladı ve tren raydan çıktı.


Helsinki Zirvesi: Adaylık Statüsü ve Yeni Umutlar

1999’da, Öcalan’ın yakalanması ve 17 Ağustos depremi sonrası Türkiye’ye Batı’dan gelen yardımlar, ilişkileri yeniden ısıttı. Helsinki Zirvesi’nde Türkiye, oy birliğiyle aday ülke ilan edildi. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, “Tam üyelik kapısı ön koşulsuz açıldı,” diyerek bu gelişmeyi olumlu karşıladı. Ancak karar metninde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege sorunlarının 2004’e kadar Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi gerektiği ima edildi. Finlandiya Başbakanı Lipponen’in son dakika mektubu, bunun bir zorunluluk olmadığını açıklasa da, AB’nin Rumlarla müzakerelerde çözüm şartını kaldırması, Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün baş aktörünün AB olduğunu gösterdi.


Kıbrıs Sorunu: Sürecin Kilit Taşı

Kıbrıs, Türkiye-AB ilişkilerinde her zaman bir engel oldu. 2004’te Kofi Annan Planı, adanın 30 yıllık bölünmüşlüğüne son vermek için referanduma sunuldu. KKTC halkının %65’i plana “evet” derken, AB’nin “Çözüm olmasa bile üye olacaksınız,” garantisi verdiği Rum Kesimi, %76 ile çözümü reddetti. Buna rağmen 1 Mayıs 2004’te Rum Kesimi, AB’nin tam üyesi oldu. AB, KKTC’ye yönelik ambargoları kaldırma sözü verse de bu söz tutulmadı. Türkiye, “Rum Kesimi bizi temsil etmez, KKTC sınırları içinde söz hakkı iddia edemez,” diyerek doğrudan ticaretin sağlanmasını talep etti ancak bu talep yanıtsız kaldı.


2000’li Yıllar: Reformlar ve Müzakereler

2000’li yıllarda Türkiye, tarihinin en ciddi dönüşüm sürecine girdi. Demokratikleşme, insan hakları ve düşünce özgürlüğü alanındaki cesur adımlar, AB’yi bile şaşırttı. 2002 Kopenhag Zirvesi’nde Rum Kesimi’nin de aralarında bulunduğu adayların üyeliği onaylandı. 2004 İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ni yeterince yerine getirdiği belirtilse de, sürecin ucu açık olduğu vurgulandı. 2005’te müzakereler başladı ancak Rum Kesimi’nin veto kartı devreye girdi. AB, Türkiye’den Gümrük Birliği’ni Rum Kesimi’ne genişletmesini ve limanlarını açmasını istedi. Türkiye, ek protokolü imzaladı ancak bunun Rum Kesimi’ni tanıma anlamına gelmediğini deklarasyonla açıkladı. AB, bu deklarasyonu tanımadı.


2006 Aralık Zirvesi: Tren Kazası Kapıda

2006 Aralık Zirvesi’nde AB, limanlarını Rumlara açmayan Türkiye’yi cezalandırdı. Komisyon, 35 müzakere başlığından 8’inin dondurulmasını önerdi ve kalan başlıkların kapatılmasını limanların açılmasına bağladı. Almanya ve Fransa, cezayı ağırlaştırma önerisiyle 18-24 ay süre tanınmasını ve sürecin baştan değerlendirilmesini istedi. Ankara, “KKTC’ye yönelik izolasyonlar kalkmadan limanlar açılmaz,” diyerek kararlılığını sürdürdü. Dışişleri Bakanlığı, bir liman ve bir havaalanını açma karşılığında Mağusa Limanı ve Ercan Havalimanı’nın uluslararası ticarete açılmasını önerdi ancak bu teklif de yanıtsız kaldı.


AB’nin Şizofrenik İlişkileri: Çifte Standart mı?

AB Komisyonu üyesi Olli Rehn’in, “İlişkilerimiz şizofrenik,” sözleri, yarım asırlık sürecin özeti oldu. AB, Türkiye’nin stratejik önemini küçümserken, Türkiye temel kriterlerde hoşgörü bekliyor. Türk kamuoyu, AB’nin çifte standart uyguladığını düşünüyor. Örneğin, sınır sorunlarına sahip Yunanistan, 1980’lerde NATO ve AB’ye üye olurken Türkiye’nin yeşil ışığıyla bu engeli aştı. Ancak Rum Kesimi’nin üyeliği, Türkiye karşıtı cepheyi güçlendirdi. AB, kendi içinde anayasa tartışmaları ve kurumsal sorunlarla boğuşurken, Türkiye’yi bahçede tutma eğiliminde: Ne kapının dışına ne de odanın içine.


Türkiye’nin Stratejik Önemi ve AB’nin Çelişkileri

Türkiye, 73 milyonluk nüfusuyla AB coğrafyasında en fazla nüfusa sahip ikinci ülke. BM tahminlerine göre 2050’de Türkiye’nin nüfusu 99 milyona ulaşırken, Almanya 70, İngiltere 58, Fransa 61, İtalya ise 43 milyonda kalacak. Türkiye’nin üyeliği durumunda AB organlarında sağlayacağı hakimiyet ve ayrılması gereken milyarlarca avro, AB’yi rahatsız ediyor. “Hazmetme kapasitesi” kavramı, Türkiye’nin önüne yeni bir engel olarak konuldu. 11 Eylül sonrası Batı ile Müslüman dünyası arasındaki gerilim, Türkiye’nin algısını değiştirdi ve Avrupa’da ön yargılar arttı. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’daki anketlere göre, Türkiye’nin üyeliğine karşı olanlar %60’ı bulurken, destekleyenler %26’da kaldı.


Almanya ve Fransa’nın Rolü: Merkel ve Sarkozy’nin Engelleri

Almanya’nın eski Başbakanı Schroeder, Türkiye’nin tam üyeliğini desteklerken, Angela Merkel’in Türkiye karşıtı tavrı onu başbakanlık koltuğuna taşıdı. Merkel, tam üyelik yerine “imtiyazlı ortaklık” öneriyor. Fransa’da ise Nicolas Sarkozy, 2007’deki seçim kampanyasını Türkiye karşıtlığı üzerine kurdu. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac da Türkiye’ye verdiği desteği kesti. Bazı ülkeler, Türkiye tüm koşulları yerine getirse bile kamuoyu onayı şartı getirdi. Merkel’in imtiyazlı ortaklık önerisi, dış ve güvenlik politikasında iş birliğini hedeflese de, Türkiye’deki dinamikler bu modeli zorlaştırıyor.


Gelecek Senaryoları: 2008-2009 Dönüm Noktası mı?

AB, 2008-2009’a kadar kendi iç sorunlarını çözmek için süre kazanmak istiyor. Eğer bu dönemde Kıbrıs sorunu çözülürse, Türkiye-AB ilişkileri olumlu bir tabloya evrilebilir ve tam üyelik süreci hızlanabilir. Ancak çözümsüzlük devam ederse ve AB’de anayasa tartışmaları tıkanırsa, 2009’da hem AB hem de Kıbrıs meselesinde büyük bir kriz yaşanabilir. Türkiye, reform sürecini istikrarlı bir şekilde sürdürürse, AB’nin yanlışlarını düzeltmek zorunda kalacağı öngörülüyor. Ancak ucu açık bir süreçte Türkiye’nin gerçekten üye olup olamayacağı belirsiz. AB’nin sürekli yeni kriterler çıkarma ihtimali, süreci daha da karmaşık hale getiriyor.


Sonuç: Türkiye’nin Rotası ve AB’nin Kimlik Krizi

Türkiye, son yıllarda olağanüstü bir performans göstererek demokratikleşme ve insan hakları alanında büyük adımlar attı. Ancak asıl sorun, Türkiye’nin ödevlerini yerine getirip getirmemesi değil, AB’nin kendi kimlik krizi. AB, evrensel değerler çerçevesinde Türkiye’nin katkılarıyla küresel bir güç mü olacak, yoksa dinsel ve kültürel yakınlıklara dayalı, sınırlı bir bölgesel güç mü kalacak? Türkiye, AB ile iş birliğini ortak çıkarlar doğrultusunda sürdürmek istiyor ancak İnönü’nün dediği gibi, istediği anda bu birlikten çıkma hakkına sahip. Önümüzdeki yıllar, bu soruların yanıtlarını tartışmaya devam edeceğimiz bir dönem olacak.


Anahtar Kelimeler

TürkiyeABİlişkileri, AralıkZirvesi, KıbrısSorunu, GümrükBirliği, HelsinkiZirvesi, LüksemburgZirvesi, KopenhagKriterleri, RumKesimi, MerkelKarşıtlığı, TamÜyelik

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Yarım Asırlık Bir Maratonun Kırmızı Hatları
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin